20 Haziran 2007 Çarşamba

kibrit kutusu

Yolda yürürken veya otobüste giderken, aklınıza bir şeyler gelir düşünürsünüz, ama ne düşündüğünüzü çevrenizdekiler bilmez, salondaki resimlere bakar bulursunuz, eskidir resimler bir sürü anı yüklü, aynaya bakıpta yüzünüze lanet okuduğun zamanlar olur, kimsenin haberi olmaz salak bir filmin salak bir sahnesine ağladığınızın. Ama o hep yanınızda durur, bilirsiniz, küçük bir kutuya hapsedilmiş ve yıllardır orada olduğunu bildiğiniz halde orada olmadığını gösterircesine gürültü ile gelip kimsenin duymadığı sözler söyler, onu kovamazsınız, uzaklaşamazsınız, yine küçücük kutusuna sokmaya çalışırsınız, belki resimle belki bir otobüsün koltuğundan camına yaslanmış sarı saçlı yeşil gözlü kızla gelir, belki evet belki hiç istemediğiniz anda yanınızda bitiverir sanki bir mumun parafin kokan dumanında saklanmış gibi.

Evde otururken, salonda mesela, boşalan şarap bardağınızı doldurmak için kaltığınızda o rahat, tıpkı anne kucağı gibi koltuğunuzdan, şarabın bitiverdiğini görürsünüz, nafile gece geçtir çıkıp dışarda şarap aramak için, sığınırsınız şarabın üzerine biraya, kaybolmak istersiniz arpanın suyunda, lavabonun akan suyunda traş bıçağınızın üzerindeki sakallarınızın akıp kaybolduğu gibi.

Ne salakça bir durumdur, her sabah traş olmak, sırıtan bir yüze sakalsız bir cilt lazımmış gibi.Oysa gülmenin ne kadar zor olduğunu, geçtiğiniz bir duvarın üzerinde yazılı bir söze bakarak anlayabilirsiniz. Duvar belki yıllardır orada vardır, üzerine kimbilir neler yazılmıştır, 80 lerde belki bir devrimcinin canı pahasına, gecenin geç vakitlerinde, çocuğunu sıcak yatağında bırakıp, belkide daha yeni evlendiği karısını bırakıp gelmiştir. O güzellik ordadır, yatakta, pürüzsüz teniyle, o ise duvarın önünde, bir eli fırça tutar bir eli boya kutusu.

Duran, giden, hareket eden herşey ilgi çekicidir, durduğunda, gittiğinde, hareket ettiğinde niye diye merak ederiz. Niye durduk? Binlerce yıldır sorular sorarız, bıkmadan usanmadan soruları çeşitlendiririz, bir labirentteki farenin cevapları ne kadar az ise bizim o binlerce çeşite ayırdığımız sorulara verilen cevaplar hemen hemen aynıdır.

Durmadan sorarız, neden, niçin, nasıl? Aşk varmıdır, güneş niye orda asılıdır, ay neden parlaktır, ismi lazım olmayan adam veya kadın niye salaktır veya niye bu kadar iyidir, yoksa biz öyle düşündüğümüz için mi o-onlar-bunlar-şunlar salaktır veya iyidir. İyilik nedir? Birinin bizi anlaması, yardım etmesi midir? Cevaplar hep aynıdır. Bir matematik denkleminin verebileceği cevap kadar kesin ve net değildir oysa, cevap kaypak, cevap ikiyüzlü.

Net olan gölgedir, ışığın olduğu yerde izini bulursun, uzun uzun aramana gerek olmaz. Işık bazen bir bir kelimedir, bazer bir yağmur damlası, uzakta değil, elindedir, aklındadır, yüzündedir belkide gözünde.kimbilir. belkide kibrit kutusunda gizlidir.

Sabah, ister kış ister yaz sabah sabahtır, kapıdan çıkıp binlerce insanın arasında kaybolduğunda yüzüne vurur, serin sıcak veya nemli, gecenin sahibidir sabah. Kör karanlığın bekçisi, işlenen günahların temizlikçisi, emekçilerin kabusu. Alınterinin toplayıcısı vede ışığın habercisi.

Bir apartmanın onikinci katına çıkıp aşağıya bakmayla, bir dağın üzerinden bakmanın arasındaki fark nedir? Yeşillikle insanların koybolmuşluğunu birleştirmek için kafa patlatmak ve bunu dile getirmek olsa olsa genç bir kızın kalbine girmek için uğraşan, bilmem kaç kitap okumuş, bedeni ile birlikte ruhu yaşlanmış birinin işidir.

Aklın binlerce yolu deneyerek kendinden kaçması, durmadan eskiyen bir madde olan bedeniyle aynı yerde birlikte durmasının bir sonucudur. Yenilik aradıkça boğazını sıkan bir el gibi, suda dibe çekilen gibi. Oysa duvarda asılan bir resmin içindedir gizem. Yaşamın içinde aramak niyedir? Zamanın gözüdür akıl, acımasız olduğunda kendine bile tuzaklar kurar.

Mesela metrodasın, oturmak için bir yer bakınırsın, ansızın gördüğün kısa saçlı, alnı açık makyajsız yüzdeki bir çift göze takılırsın yeşildir, parlak sevgi dolu, gözlerini kaçırmak nafile. Bakmasan bile o ordadır. Zaman dursun istersin, kimsenin kimseyi görmediği, sadece kendi gözünün onun gözü ile bütünleşmesini istersin. Ama öyle olmaz utanırsın, gözlerin kaçar başka yerlere, gel buraya diyemezsin, aklın gözlerine hakim olur, duygu çırpınır kelebeğin sudaki çırpınışı gibi, boğulur. Aklın emirler yağdırır, tekrar bakmamak için çabalarsın, okuduğun, biriktirdiğin adına medeni diye yakıştırdığımız kelimeye sadık kalırsın. Niye? Oysa kulaklarında, o heryere taşıdığın müzik vardır. Ya inadını yenersin veya ınadın galip çıkar, tekrar bakıp bakmamak arasındaki kavga sonsuz gibidir. Yenen yenilen yoktur aslında, bir oyun, tıpkı üç yaşındaki bir çocuğun ihtiyacı gibi. Sadece bir oyun. Oynamadıktan sonra bunca zahmete girip yaşamanın ne anlamı var?
Veya hergün kalkıp işe gitmenin, bilmem kaç kişinin bilmem kaçıncı işini yapmanın?

Muhtemelen bindokuzyüzdoksan ile ikibin arası yazılmış

cam kadın

Dışkapının kolunu çevirip hızla kendimi sokağa attığımda kızarmış yüzüme serin bir hava çarpıp kaçıverdi ansızın. Tıpkı yalanımı yakalamış birinin arsız sözlerini duyup ürperdiğim gibi hissettim bir an. Sanki herkez bana bakıyor. Gözler üzerime yapışıyor sanki.

Laanet sizene benim az önce beyaz çarşafların üzerinde kiminle dans ettiğimden.

Evet size ne.

Bakkala ulaştım nihayet. Kendimi telaşla aranırken yakalıyorum, niyeyse bu telaş. Soluk alamayan kalp hastaları gibiyim.

Pis pis sırıtan bakkalcıya ters ters bakarak raflara uzanıp az önce üst üste alt alta olduğum kadının isteğine ulaşıyorum.

Yüzüme hain bir bakış takıp bakkalcıya dönüyorum. Kaç para bu diye sertçe sorarken bakışlarını yakalıyorum.Eve kız attışsın der gibi bir hali var huylanıyorum.

Sana ne diycem ama diyemiyorum. Hakkaten niye diyemiyorum. Merak ediyorum. Neden içinden geçenleri söyleyemez insan. Kendime kızıyorum bir an.

Hem neyi diye sorucak bakkalcı birden. Al başına belayı gel de anlat.

Zaten cam cama kontrölör kadının kocası. Kadının hiç evin içinde işi olmuyor.

Sabah kalkıyorum pencerede. Gece beni yatırmadan yatmıyor. Anam bile bu kadar iyi bekleyemezdi. Anam ara sıra eve gelip kaldığında bile vefakar camkadınım pencerede. Ben yatmadan asla yatmıyor. Bir gün azıtıp süt bile ikram etmişti. Hani boşuna kira vermiyip oraya taşınsam diyorum.

Komşun varmı bol miktarda konun var demektir.

Hayır ben zaten alışığım. Köylük yerde büyüdüm. Ama bu kadarı fazla. Sanki mahallece gözetliyorlar gibi geliyor. Paranoyak oldum sonunda.

Seksenli yıllarda belalımız generallerdi şimdilerde ise mahalledeki evli evsiz kadınlar. Birde muhtar var listenin başında.

Cuntanın polislerinden kaçarken daha rahattık. Şimdikiler komedi. O zamanlar kelle koltukta. Bizde olanca sevimlilikle ortalıkta fazla dolaşmıyoruz. Bazılarımız gravatlı, smokinli gezmekten şimdi dağıtmış durumdalar. istiyorum ki o çileli yıllardaki sabırlı davaranışlarımız bize saygı olarak geri dönsün. Ama nerdee.

Kendimi itilmiş gibi hissediyorum bazen. Öfkeleniyorum bazen. O zaman avazım çıktığı gibi baarıyorum yastığa gömüp yüzümü.

Birde bol bol amerikan filmi seyretmekten beyin hücrelerim krem karamel gibi olmuş. Başımı sallıyınca vıcık vıcık diye ses geliyor.

Bir fransız filmi bulunca hucum borusu çalmış gibi koşuyorum don gömlek sinemaya. Türk filimleri ile geçen çocukluğumu arıyorum kandille. Ne günlerdi ahhh diye iç geçirmekten kendimi alamıyorum.

Sırf bu yüzden binbeşyüzellibeş kez aşık oluyorum uzaktan görüp tanışamadığım bir sürü kıza. Ayhan Işık Belgin Doruk filimlerine özenmekten aşk hayatımız bir felaket.

Eve kız arkadaşlar gelmesine niye sinir olur komşular anlıyor gibiyim. Yahu diye bağırasım geliyor mahalle halkına ben erkeğim tabiki gelicekler. Bizim komşulara bunu anlatamıyorum.

Karar veriyorum. Birgün mahallenin aşağısındaki parkta açık hava toplantısı yapıp anlatıcam durumu. Muhtara bahsediyorum toplantıdan. Konu nedir diye yapıştırıyor. Konu biraz nazik itina ile anlatıyorum. Durum biraz kişisosyal diyorum. O kişi lafını duymuyor Sosyal lafına takıyor büyük bir olmaz çekiyor. Yüzüne bakılırsa duruma hakim ve bundan gayet memnun. Yine eski komünistliğin tuttu diye sırıtarak sürdürüyor sözlerini. Ne alakası var komünistliğimin şimdi diye itiraz ediyorum. Ama adamcağız ülkenin bölünmez bütünlüğünü sarsmamakta kararlı. Benim kişisosyal durum güme gidiyor.

Muhtarla tartışacağıma bir ufak rakı açar bizim kediyle tartışırım daha iyi diye karar verip muhtarı zorlayarak ülkemizin bölünmez bütünlüğünü zedelemekten vazgeçiyorum.

Eve dönüyorum biraz sinirliyim. Çarşaf arkadaşıma istediğini vermek için yanına gittiğimde çoktan uykuya dalmış. Ehh geç kaldık, biraz daha kızıyorum. Kızdığım konu komşuya ve özellikle muhtardan sonra listeye birde çarşaf arkadaşımı ekliyorum.

Hırsımı salonda kediyle tersleşerek yatıştırmaya çalışıyorum. Karşı camda bizim muhtarın karısı, bakışları avına sabitlemiş kartal gibi hareketsiz duruyor. Patlıycam. Yeter teyze gir içeri diye camdan bağırıyorum. Cevap gayet net ve açık. Ben senin teyzen diilim. Doğru valla benim teyzem Rize'de. Kimbilir şimdi ne yapıyordur. Birden laz böreği istiyor canım. Birde kara lahana, bol sarımsaklı.

İlk fırsatta köyüme gitmek istiyorum. Teyzemin böreklerinden yemek. Hatta kara lahana bile yaptırırıp mısır ekmeği ile yemeyi bile düşünüyorum. Siz hiç mıhlama yediniz mi? Yemedinizse çoook şey kaybettiniz demektir.

Neden mıhlama derler. Kafamı toparlıyıp düşünüyorum. Beynim amerikan filimleri gibi çalışıyor. Camdan uçarak tekme atsam kaç saniyede teyzenin pardon muhtarın karısına ulaşabilirim. Mıhlamaya döniim en iyisi ben, tekme fikri hiç cazip diil. Hem yazık kadının ne suçu var. Onu gözetleme işine teşvik eden muhtar.

Evet mılama diyorduk. Peyniri ufak ufak doğruyorsun, kızgın tereyağının içine atıyorsun içinde eriyor azıcık ve bir miktar su katıyorsun oluyor size mıhlama.

Bizim muhtardan mıhlama olurmu acaba. Şööle izin vermediği parkta büyük bir ateş yak.... hay allah galiba takıntı yaptım muhtarı.

Soyunup çarşaf arkadaşımın yanına uzanıyorum. Uyuyup uyandığımda muhtarın ve mahalle halkının yok olmasını dileyerek uykuya dalıyorum.

Muhtemelen bindokuzyüzdoksansekizde yazılmış

bindokuzyüzyetmişdokuz - 2

gençtik.güzeldik.beyoğlunda gezmezdik.devrim yapmalıydık. yaptık mı? yapamadan olgunlaştık. aslında hiç olgunlaşmasaydık diyesim geliyor. konumuz. olgunluğa geçiş sırasında yaşananlarla sınırlı değil. tek yenemediğimiz.belkide hiç yenemeyeceğimiz "zaman" bağımlı mı bağımsız mı? belli değil. ama bizim bağımlı olduğumuz kesin. geçiş sancılı. etraf insan dolu ama dost? sadece kendimiz. o dönem öyleydi en azından. şimdilerde öyle mi? belirsiz. her yönden gelen bilgi ile kendi isteklerimiz sürekli çatışma halinde. iç dünya şekillenirken, kör topal ilerleme. iş.eş.çocuk.herşey birbirine karışıyor. hangi birine vakit var-yok. öncelik belirleme çabası hep güt'mekten şiddetle zevk alan abiler tarafından engellenmekte. durum. naif. derken kendini bir çukurda buluyor dünün genci. şimdinin olgunu. birde bunun olgun ötesi varki. hepten karışık. oraya sonra geleceğim. çukur çok derin değil. kendi kazmış, birileride yardım etmiş içine düşmesine. anlıyor. sonunda.
böyle mi olmalıydı? tabiki hayır. düzgün ne var? düz dediğimiz nedir?
işte tam burada dağılıyor olgun olan gencimiz. isyan.öfke.yanlızlık. oysa etrafta ne çok insan var. tanıdık binbir yüz. bini bin parça sanki. en kötüsü tanımadığını anladığında geliyor yüzleri. acı.dili yakan biber gibi değil. beyninde. bindokuzyüzseksendokuzda buluyor kendini istemeden.
oysa ne hayalleri var. şimdi olanı anlamıyor. belkide anlamak istemiyor. kendini kurtarmak amacı. ne güzel. oysa kurtaracak kimse kalmamış. anlamak istemiyor.
evliliğim-yaşamım-ilişkilerim sallanıyor diye düşünüyor.oysa sallanan kendisi. sıkıştırılmış.açılmayı bekleyen bin sorunla karşı karşıya.açıyor.kilidi yok zeten.ortalığa saçılıyor.kimin umurunda? onun.
ne yapmalı? şaşkın. eee ne var bunda. herkesin başına gelebilir. yok öyle değil. dedik ya gençtik.güzeldik.beyoğlunda gezmezdik.gençliğinin adı var. olgun olmuş artık. sorunları var. gevelemiyor. ama sürekli kendini sorguluyor. acaba gerçekten öylemi? sorgu? zaten bildik bir şey.
hükümet.devlet.asker.abiler.çevre.aile.arkadaş var soran-eden-abartan-küfreden. eh bi eksik bi fazla. ne değişir.
kendini de ekliyor listeye. olgun-gencimizi de çileden çıkartan da son ekleme oluyor.
burada bir ara daha vereyim.
hep aklımı kemirip durmuştur. acaba zaman içinde geriye gidebilsek. ne olur? ne yapabiliriz. sürekli yap-boz gibi yaşamımızı değiştirirmiydik acaba? eğlencesi nerede bunun? pek bir işe yarayacağını düşünmüyorum. ama kendimi böyle olsa ne olurdu demekten geri alamıyorum. ısmarlama bir hayat. belki. keyifli mi? kimbilir. belki keyifli olabilir. neyse. bunu düşününce hemen
yıllar öncesine kayıveriyor aklım. bir parti sekreteri vardı. komikti, insanın ne giyeceğine bile karar verebilecek kadar işi ileriye götürüp insanları çileden çıkartmakla meşguldü. yüzüm buruştu aklıma gelince. sanırım kendimizin birşeylere müsade etmesi ile başlıyor herşey. kim böyle birşeye müsade etmiş diye biraz diklenince hemmen partiden uzaklaştırılmıştım. ne kayıp. anladım ki kendi gibi olan ve söz dinleyen insanlara ihtiyacı var partinin. doğru. disiplin şart. benim gibi biri partiye biraz lüzumsuz. ne gerek var düşünüp ayrık fikir üretmeye. hem benim haddime mi kimin kime yetki verdiği. bakın terbiyesize. çok ayıp. parti, kendine sadık ve sağlam üyeleri ister. çok doğru. belki. tartışılır mı? kimbilir. kayıp. kendim de kendime bakarak yaramaz biri olduğunu haykırdım geceleyin bir tren istasyonu geçidinin altında.
Biraz düşününce.insanın insana yaptığı bir şey yok ortada aslında herkes kendine yapmakta. ne yapıyorsa artık. fırsat bekleyen çok. kendini birazcık aşağıladın mı. hapı yutuyorsun. kötülük kendi içimizde demiş yunanlı bir filozof. bunu söylerken yüz ifadesini merak etmişimdir. her halde büyük bir edayla söylemiştir. sakin ve sessizce bu lafı etmişse üzüntümden kahrolabilirim.
hep gelip bu düşünceye takılıyorum, kötülük nedir, kim icat etmiştir, neye göre kötüdür. niye kötüdür. niçin kötüdür. biri çıkıp bu kötüdür dediği için mi kötü olmuştur. gırgır bir şey. her şeye şu soru ekini takabilirsin neden, niçin ve nasıl. sonra gelsin düşünceler. yaşıyorsan eğer, gerçekten yaşıyorsan ve bu soru eklerini takıyorsan kelimelerin sonuna, ya paranoyak olursun ya da ermiş. seçim sizin-bizim-benim-onun-hepimizin..
devam edeceğim....

Hayat...!

Hayat böyledir işte bir iner bir çıkar.
Bu sözü bilmem kaçıncı kez okudum, duydum ve söyledim.
Aslında inen çıkan bir şey yok ortada. Kim söylemiş onu bile bilmiyorum. Benim bilmediğim gibi başkalarının da bildiğini sanmıyorum. Hayat sadece güzel ve çirkin şeylerle dolu. Her neyse saat sabahın beşi ve ben aklımda bin türlü düşüncelerle oturmuş garip bir resme bakarak bira içiyorum. Birden kendime iyi günler vaad etmek geldi içimden. Gelecek benimdir ve o güzel olacak diye düşünüyorum. Baktığım resimden çıkarttığım sonuç şu, yaşadığım dünyanın içinde herşeyin çok hızlı geliştiği. Hız insanları aşırı biçimde etkiliyor. Onları eğip büküyor ve insan olmaktan çıkartıp birer tüketici durumuna sokuyor. Zorluyor ve neredeyse tüketiyor sayıyorum. İçimden dayanın iyi günler göreceğiz demek geliyor. Cesaret her zaman ve her çağda gerekli. Kulağıma bir yerlerde çalınan melodiler geliyor. Kulak kabartıyorum. Sonra boşverip düşüncelerime geri dönüyorum.

Düşünmek öyle sanıldığı gibi herkese mahsus birşey değil. Düşünmeden yaşayanlar var. Hemde milyonlarca. Konuşup sadece kendini işitenler çoğunlukta. Sessizce yaşayıp çevresine önem vermek yerine gürültü içinde konuşup, bencilce davranır oldu insanlık.

Kendince yaşayıp, sessiz sakin ve meraklı davranmak unutuldu. Merak televizyonun verdiği magazin programları gibi algılanmakta ne yazık ki. Oysa insanlığı ilgilendiren ne kadar soru var ortada.

Kendince yaşayıp, sessiz, sakin ve merakla çevresine bakanlar yok değil. Üzüntüleri kendine saklayıp, sessizce düşen kar taneleri gibi yaşamaya çabalayanlara saygım sonsuz.

Aynı zamanna onlar, kendilerini aydınlatmakla kalmayıp çevrelerinide aydınlatırlar. Çoğu zaman iyilik getirirler. Tıpkı kiremitleri temizleyen yağmur gibi. Usanmadan bir güneş gibi parlarlar. Neşeli ve çocuk gibidirler.

Ehh onları bu kadar övmek yeter sanırım.

Birden resmin anlamı üzerine bir fikir geldi aklıma. Dilini çıkarmış birini görür gibi oldum resimde. Dil insanın en önemli uvzu. Dilini kaybeden insan ne kadar acı duyarsa resimdeki insanda dilini dışarıya sarkıtmış şekilde yüzündeki acı ifadesi onu anlatmakta. Kendimi kutlayıp, bir bira daha ısmarladım kendime.

Resmi bir kız arkadaşım çizmiş. Onu da tebrik edicem ama sabahın köründe ararsam deli diyeceğinden bu fikirden vazgeçtim hemen. Kız deyince beynimdeki hücrelerim ona yoğunlaştı hemen. Sıradan biri ama önemli biriymiş gibi davranması eğlenceli geliyor bana. Yaptığı işler ticari olmaktan öteye geçmediğini bildiği halde onlara sanatsal değerler katmaya çabalayan ve bu çabası taktire değer olsa bile çalıştığı işyerinin patronları tarafından şiddetle anlaşılmamak üzerine kurulu bir işi var. Aslında sanatçı yanı ile başka işler yapabilir ama dostlarını dinlemek gibi bir meziyeti henüz ele geçirememiş. Şeker kavanozuna ulaşmaya çabalayan sevimli bir kız çocuğu gibi. Ne acı insanların para kazanmak gibi bir işle uğraşırken birikimlerinin patronları tarafından hiçe sayılması. Tahammül edilir gibi değil. Ama arkadaşım tahammül ediyor. İçimden onu kutluyorum bu asil davranışları yüzünden

Mesela, birini görürsünüz, ansızın gözünüze takılır. Kumral saçları vardır, yemektesinizdir. Lokanta temiz ama alımlı değildir. Sıradan bir lokanta işte. Bildik şu işyerlerinin yanı başlarına konuşlanmış yerlerden hani. Yemek bitmiştir, sıra çay ve sigara keyfine gelmiştir. Keyifle sigaranızı içerken göz göze gelirsiniz. Takılırsınız, kendi gözlerinize gel buraya diyemezsiniz. Nefis bir biftek sonrası dişinizin arasına sıkışmış et parçasına takılan aklınız gibi, gözleriniz de takılır gördüğünüze. Kalkıp tanışmak yerine bakarsınız.

Tanışmak yerine bin türlü hayaller kurmaya bırakır sizi ben'iniz.

Hem yanınızdaki kadını da düşünmek zorundasınızdır. Yanınızdaki kadın iş yerinden bir arkadaşınız olmasına rağmen ona ne diyemezsiniz. Karşınızdaki de bunu bilmez ayrıca. Hem ona nedir bu durum. Bütün iş beyninizin içinde geçer.

Güzel midir, hayır güzel değildir, ama yine de bakarsınız. O da bakar size ilgi ilgiyi doğurduğundandır bu. Ama nasıl bir ilgi ve karşılığı nasıl olacak bir ilgi. Can alıcı soru eki nasıldır burada. Nasıl, evet nasıl. Kimin umurunda.

Sigara bitmiştir. Ayrılık vakti gelir gözlerinizin. İnat etse bile gözleriniz alır göz yuvalarınıza geri koyarsınız. Yarın belki karşılaşır gözleriniz, kim bilir belki. Kim bilebilir ki, ayrıca kimin umurunda.

Belki aşık olmuşunuzdur da kendinize itiraf edemiyorsunuzdur. Hadi kendinizi dinleyip cevap verin. Öylece durup düşünürsünüz.

Hissedersiniz ama açık açık yaşayamazsınız. Düşünürsünüz ama anlatamazsınız. Aman bunda ne var canım, söyler rahatlarsınız diye kaçamak bir cevap ile geçiştirmeye çalışmayın sakın. Dünyadaki tüm düşünceler açık açık söylenseydi belki uygarlığımız bundan kat kat daha ileride olurdu.

Halen düşüncelerinin azıcığını söyleyen insanlarla dolu hapisanelerimiz.

Dinlemek ve anlamak yerine yargılamak kolaylığını kullanan bir dünyada yaşamakta olduğunuzu unuttuysanız özenle hatırlatıyım isterseniz.

Düşüncelerimin arasına katil bıçağı gibi giren telefon sesi, beni rahatsız ettiği ile kalmayıp karşı komşumuda rahatsız etmiş olacak ki, telefonu elime aldığımda karşı pencereden sigarayı yakan çakmağın parıltısını gördüm. Çıkıp özür diyeyim diye düşündüm bir an. Ama telefondaki ses buna fırsat verecek cinsten değildi.

Ortacağ elbise modellerine meraklı, nefes almadan çeyrek dakika konuşma yeteneğine sahip, bıraksam sıfır numara traşla gezebilecek kadar çılgın, kulaklarına taktığı küpeleri ile beni deliye çeviren kız arkadışımın telefonda ki sesi beni ele geçirmişti bir kez. Nefes almak için durakladığı bir sırada saati sordum. Benim saatlerin ki bir sürü saatim var, pilleri bitmişti. Saati öğrenince sarsıldım. Bütün bir gece zırvalayarak düşünüp durduğumu acı ile hatırlamak hiç hoş olmadı. Niye aradığını ikince nefes molasında sorduğumda, kahvaltıya gelmek istediğini söyledi. İnleyerek gel diyebildim. Tükenmiştim.

Evde kahvaltılık olmadığını ekledim. Son sözlerim beni biraz rahatlattığı sandığım sırada olur alır gelirim cevabı ile bir kez daha yıkıldım. Hayır gelme desem başıma gelecekleri saniyenin onda biri gibi kısa bir sürede düşününce vazgeçtim.

Telefonu kapatır kapatmaz, biramın son kalan kısmını bir dikişte bitirip sızma umuduyla kanepeye yönelip uzandım. Düşüncelerimin duraksadığı bir anı kollayıp uyudum.

yirmi mayıs bindokuzyüzdoksan

16 Haziran 2007 Cumartesi

renksiz

dün gece sen giderken
el salladım arkandan
görmedin.
sandığıma kaldırırken
özenle kutsadım sesini
saçımda mavi cam kırıkları doluyken
olsun..
korkmadım hiç karanlıktan.
yedi kat yorgan örtünüp sımsıkı
bir başka hastalığa yattım;
ümitsiz...
Gece,
bir kelebek kondu yüzüme
yine;
renksiz....

Not: şiir bana mı ait yoksa bi yerden mi, hatırlamıyorum.

bindokuzyüzyetmişdokuz - 1

Yıl bindokuzyüzyetmişdokuz.kelimenin tam anlamıyla ateşin olmadığı yerden duman çıkma ortamı.kimin ne yaptığı belli olmayan.okumak,tartışmak yerine eylemin geçerli akçe olduğu zaman.hele tam gençlik çağındaysan, bu durum ikiye katlanmakta.dayak yeme,kavga çıkarma da kimsenin eline su dökemediği,devrim diye diye yatıp kalkılan,duvarları kirli,rutubetli odalalarda,sigara dumanından kimsenin birbirini göremediği yerler.tartışma,ikna etme,anlatma yerine,duvarlara kısacık da olsa yazılan özlü sözler,kiminin umurunda,kimin çizdiği belli,adına ülke dediğimiz alanda nasıl yaşadığı belli belirsiz,okuma yazması yüzde altmışın üstüne çıkmayan,çıksada arasından yüzde doksanının umurunda olmayan,özlü sözleri duvara yazmak için,kıçından ter akarak,yarı tırsılarak yarıda kendi kendine gazla giden.bizzat bizim onlar adına bir şeyler çevirdiğimiz ama ne çevirdiğimizi anlamayan,anlatamayan,anlatsakta pek karşılığını hemen göremediğimiz,tam görecekken,aradan nerden çıktığı belli,kimi gri,haki,yeşil,mavi üniformalı,ne kadar övünseler yinede az bulan tipler,memleket meselelerine el koyup,hepten,kökten,din,vatan gibi sözleri siper ederek başımıza çörekleniverdiler.darbe.
iyi mi oldu?pek değil.
zaten gençtik,güzeldik,taksimde,beyoğlunda gezmezdik,sevgilimiz olmazdı,şimdi hiç gezemez olmalıydık.il ile legal'in bir araya geldiği bi durumu zaten özlemle bekliyorduk.aradığımızı bulmuştuk.
gençtik,güzeldik,yaşamalıydık,ne yaptık?,il ile legal olalım dedik.gri,haki,yeşil,mavi üniformalı kurtarıcılarımız bulsa bi kaşıkta boğma işi bi kenara. yetmezmiş gibi bide ör ile güt'lü olduğumuzdan,ör'ü bi kenera bırakıp güt'me işine kendini kaptıran abilerimize de şükretmeliydik.gençtik,güzeldik,öyleyse raptu zapta alınmalıydık.
öyle mi oldu?sanmam.belki.
durumun farkına kısa zamanda varamadık,bırakıp kaçmak kerpiç eve sıva yapmaktan daha zordur gibi abuk cevapla geçiştirmedik.sırtımız genişti,zamanın eminönü hamallarından daha çok yük taşıyabilirdik,gençtik,güzeldik.
bunumu yaptık?.evet aynen bunu yaptık.pişman mı oldun sorusuna koca bi aslaaa gibi cevap verenler.kelime dağarcığı az olan,şunu bunu(yazar ismi vermeyelim) okumamış,halen okumaya direnenlerdir diye açıklamak kolay yol.
peki nedir?aslında hiç basit bi durum değil açıklamak.
aynaya bakınca içini göremiyorsun.tıpkı birine bakıp içini göremediğin gibi.ama kendi içine bakınca görebileceğini,bakmasını bildiğin sürece,orada olduğunu kavramadan açıklamak zor.
tam burada.konuyu sulandırmak değilde.ara vermek amacıyla.başka bir konuyu şıkıştırmak istiyorum araya.
dün ile ya'yı bir araya getirdiğimiz yerde yaşamaktayız. niye dün? ve niye ya?
yaaa işte öyle.hadi bakalım.aynen şöyle cümleler kurmaktayız.benim dünyam,burası başka bir dünya,ayrı dünyaların insanlarıyız,bla bla bla,nasıl yani,vayyy dünyalığını yapıyorsun.kaptırmış gidiyoruz,dünyamda dünyam.kaç tane varsa artık.yeterrr.
hiç olmasın demek istemiyorum,olsun elbet.ama nedir bu dün ile ya meselesi.birde ötekisi var hiç anlayabilmiş değilim.gidip gelmişçesine anlatılanlara inanan zilyon kişi var.itirazım yok inanan inanır.anlamak istemem garip gelebilir.eh pekala mümkün.bu dün ile ya üzerine nereden geldiğimizi düşünmek,yetinmeyip araştırmak bi sonuca ulaştırmaz.evrim denen açıklama da yetmez.devam et.araştır.sonuç.olsa olsa gidebildiğimiz yer sümerler olur.kimdir bu sümerliler sorusuna.bir yerimizden uydurarak cevap bulmuşuz.kısmen.ötesi yok.kutsa kutsayabildiğin kadar.nereye kadar? ama dün ile ya'nın içinde yaşamaktayız halen.kavrasakta.kavramasakta bu böyle.
başı ve kıçı olan bir zaman dilimi içinde geçen süreye sıkıştırdığımız olaylara yaşam deyip geçiştiriyoruz.onlarca,binlerce kelime üretip açıklıyoruz.güzel.dahada açıklayacağız.buda güzel.öfkelenip küfrediyoruz,duygulanıp şiir yazıyoruz,aşıkoluyoruz,vuruyoruz,vuruluyoruz,aldatıyoruz,
lider,spastik,astım,otistik,aç,zeki,komik,salak,deli

olanımız var.
aile.aşiret.devlet.hangar.alan.uçak.araba.mazot.benzin.
kutsal kitaplarımız var.yok yere düşman üretip,savaşıyoruz,yakıyoruz,yıkıyoruz.neden?
insanız da ondan diye cevap verildiğini duyuyorum.
ellerimin başparmaklarını.iki kulağıma koyup.dilimi çıkarıp.ellerimi oynatarak.aynı zamanda dilimi sallayarak tepki vermek istiyorum böyle bir cevaba.

yaşadığı alana nesne.kendini de varlık diye tanımlayan biri için diyecek söz yok.tekiz.eşsiziz.bu doğru.bir bütünün parçası olduğumuz hiç aklımıza gelmez ama.herneyse konumuza geri döneyim artık.
içimize bakmadan olayları açıklamak,dışımıza bakarak açıklamaktan zor.kolaya başvurup dışa bakarak açıklamaya niyetim yok.eskiden öyle yapardım.belki.
gençtik,güzeldik,beyoğlunda gezmezdik.peki ne yapardık?kısmen cevap verdim.yetinmeyip devam ediyorum.falakadan geçtik,dayak yedik,o kimseye bile göstermemek için uğraştığımız,plajda bile örttüğümüz.annemizin bile belli bir yerden sonra görmediği çıplaklığımızla,pis,ter,kokan,kan,sidik,salya kaplı betona yatırıldık.eksik olduğunda bulgaristandan aldığımız.parasını pamuk tarlasında,zonguldakta yer altında,alnı açık,başı kabak orta anadoluda bilmem hangi ağanın tarasında çalışanlardan aldıkları vergilerle ödenen.kimilerinin gavur elektriği dediği.elektriği verdiler.çıplak bedenlerimize.
gençtik.güzeldik.beyoğlunda gezmezdik.öyleyse dayak yemeliydik.akıllansınlar diye.bazılarımız asılmalıydı.daha kendini bile tanımadan başkalarını tanımaya çabalayan.okumadan bilen.ayaktakımıydık.öylemiydik gerçekten?alın size büyük bi laf.değildik.aramızdan.güç,iktidar,zenginlik karşısında durmayı gereksiz bulanları bir kenera bırakırsak.doğru şekilde.hangi yana bakmayı becerip cevap bulabiliriz buna.
peki ne oldu şimdi?durum sadece bu mudur?hangi yan doğrudur?
yıl ikibinyedi olunca o günleri açıklamak kolay gibi gelebilir.geçmiş geçmiştir.geçmiş olsun.bindokuzyüzyetmişdokuz'dan sonrası için dişe dokunur bişiler söylemeye başlayıp.pat diye ikibinyedi'ye geçmeden devam edelim.
gençtik.güzeldik.beyoğlunda gezmezdik.ama yıllar geçtikçe.direnenler.neye direndiğinin farkına varmadan.belki farkında olarak.kimbilir.kimi öğretmen.esnaf.memur.hamal.işçi.köylü çocuğu olmaktan çıkıp.büyüdüler.ey ve vah ederek gençlik elden gitti diye düşünmeye bile fırsat bulamadan hemde.bu durumun farkında olmak.olmamaktan daha beter.burada hemen ikibinyediye atlayalım.yaşananların farkında olmayanlar.kavramayanlar.belki kavrayıp ama kavramış gibi davranamayanlar.gençliklerini kovalamaya başladı.sanki ortada bir gençlik kalmış gibi.bu gençlik konusu önemli.çok laf edeceğim bu konuda.ama konuya dönelim.farkında olanlar.yazıp.çizip.değerli abilerine ilettiler.ör'ü bırakıp güt'meye alışmış abiler.hemen kolayca güt'mekten vazgeçer olmadı.şimdi hemen burada ciddi bir konuya geçelim.özgürlük?tamamen uydurma bir durum.uymasa bile uydurulan.tıpkı tavuğu boğazlar gibi boğazlanan.çekip uzatılıp,eğiltip,sıkıp,gevşetilen,bol gelip daraltılan,sakız gibi çiğnenen,tadı geçince tükürerek atılan,savunulduğunda.dipçik.namlu.yumruk.tekmeye maruz kalan,yetmeyip bin türlü kelimelere boğulan.gerçekten varmı?yoksa biz mi hayal ediyoruz?bu işin terazisi nedir?işte tam burda güt'meye o kadar dalmış birilerine bunları anlatmak.dünün genci.zamanın olgunu için zorlaşır.otoriteye karşı çıkış.kayıp.ne ayıp.üstüne birde genç.ama genç olmuş olgun.kimse farkında değil.kendisinin farkında olması yetmez.devam.sanki hamur.yoğur yoğur dur.hamurun,hamur olduğu farkına varıp.değişme istemesi diye düşünülmüyor ki.
söylediklerini garipsemek bile yetecek.ama garipsemek yerine,özgürlük isteğine karşı,devlet.hükümet.onun canım kolluk güçlerinden tekme.tokat.falaka.elektrik.küfür yedikten sonra,devamla birde güt'mekte olan abilere dönüp aynı isteği dile getirince aynı tepkiyi almak.fiziksel olarak olmasada.garip.utanç.zırva.palavra.olgun olduk da ne oldu gibi bir sonuç çıkar!köprü.ırmak.deniz.atlamak.tırlatmak.sonuç olabiliyor.bunlar.isveç'in.adı bilmem ne kasabasındaki senatoryum bile çözemiyor.
senatoryum demişken atlamadan söylemek istiyorum.dedik.başı kıçı olan bir zaman dilimi içine sıkıştırdığımız.adına yaşam dediğimiz süreçte en değer verdiğimiz.hemen hemen biricik olan.farkında olsak.olmasak da bedenimizdir.ona.devlet.hükümet.onun canım kolluk güçleri tarafından.sizin istenciniz dışında zarar verilmesi.sizde.acizlik.öfke.çaresizlik.ileri safha kin.raydan çıkmaya dönüşür.tekrar dengeye kavuşmak.zaman.şefkat.anlayış.kavrayış.kucaklaşma.eh bu düşünülmesi gereken bir konudur.düşüneyim.ilerde ele alacağım bu konuyu.belki.
devam edecek...